18 Mart 2015 Çarşamba

Bir adamın ayakkabılarını bile sevebilir misiniz? Ben sevdim. Hiç tutamadığım ellerini, hiç içine bakamadığım buğulu gözlerini ve kalp atışlarını hiç hissedemediğim bir adamın sadece varlığını bile çok sevdim. Bu bir aşık oluş hikayesi değil. Aşık olmak için önce o adamın yanında olmalısınız ve onu en derininizde hissetmelisiniz, ya da boş verin, aşkın veya aşık olmanın tanımı yoktur; ama yaşanmamışlığın bir tanımı vardır ve bu bir yaşanmamışlık hikayesi. Yaşamadığım bir hikayeyi nasıl anlatırım; bunu size göstermek için yazdığım bir yazı. Peki bu bir uydurma mı? Hayır, bu uydurma bir hikâye de değil. Bu benim içimdeki savaş belki, fakat sonucunda içimin söküldüğü bir savaş. En yenik düştüğüm, en kaybolmuş ve en kaybetmiş hissettiğim bir savaşın kağıda dökümü bu. Mutluluğun nirvanasından dibe sürüklenişimin bir anlatımı. Bu bir iç dökümü. Birini tanırsın, ama hayır bu tanımak değil dersin, ben bu adamı çoktan biliyorum, herhangi bir yerden. Sanki bir gün bir yerde bir şekilde onu tanımışsın ve hep o haliyle bunca zaman hayatının bir köşesinde durduğu hissine kapılırsın. Kapılmak da ne, bu his seni alır götürür. Bir anda onu hayatının içine almış olduğunu fark edersin sonra; ama ne elleri ellerindedir, ne gözleri sana bakıyordur, ne de kalbi seninle. Peki ya seninkiler? Ellerini onun ellerinde hissedersin. Gözleri senden başkasını görmüyor zannedersin. Kalbi mi? Kalbi ise sanki senin için yaratılmıştır, değil mi? Değil. İşte o işler öyle değil. Ama sana o öyle hissettirdi değil mi? Hayır sen öyle hissettin. Ne yaptıysan kendine yaptın işte. Yine sen yaralandın, yine ben yaralandım! Ve sonra… Sonra duvarlar, pencereler, kapılar bile bana terk edilmişliğimi hatırlattı. Yaşanmamışlık üzerime öyle bir sindi ki… Neden mi yaşanmamışlık? Çünkü ben bu adamın fotoğrafını hiç duvarlarıma asmadım ya da sesi hiç bu duvarlarda yankılanmadı ki. Benim penceremin önünden hiç geçmedi, ya da ben ona pencerelerimden bakamadım ki. Kapı? O benim kapımdan içeriye hiç girmedi ki ya da çıkıp gitmedi hiç. Ama ben pencerelerime onun hayalini, duvarlarıma onun sadece bir kez duyduğum sesini ve kapıma onun hayali içerime girişlerini sığdırdım. Bana öyle güzel yaşanmamışlıklar bıraktı ki. Hepsi içimde savaşıyor şimdilerde. Peki ben? Ben savaşabiliyor muyum onunla? Hayır, buna gücüm yok. Hangimiz içimizdekilerle hakkıyla savaşabiliyor ki? Savaştığında enkazı kim temizliyor? Her şeyi en baştan tekrar yaşayıp, enkazı temizlediğini sandığın adamın seni yarı yolda bıraktığını fark ettiğinde bir kez daha yıkılmıyor musun? Bir kez daha kaybediyorsun işte ve bir kez daha kayboluyorsun yaşanmamışlıkların içinde. Belki bu sefer de yaşanmışlıklar içinde, ama sen değil misin üzülen? Ben değil miyim! Hayatıma girdiğinde her şeye sahip olduğumu düşündüğüm kırmızı ayakkabılı adam, hayatımdan bir akşamüstü çıkıp gidişini umutsuzca seyrettim ve ben tüm yaşanmamışlığımla ortada kaldım. Ama ben bu adamın ayakkabılarını bile çok sevdim. Siz de sevdiniz mi hiç, bir adamın ayakkabılarını?

Not: https://www.youtube.com/watch?v=H2-1u8xvk54 eşliğinde yazılmıştır, ve beraber okumanız tavsiye edilir.